Aralık’ından bu yana Irak Kürdistanı’na yönelik “hava operasyonları” sürdüren Türkiye, beklenen “kara harekatı”nı da başlattı ve sürdürüyor. Yüz bin askerin sınıra yığıldığı, hava saldırılarının eşliğinde, on bin askerin katıldığı açıklanan bu askeri harekatın görünürdeki gerekçesi, Türkiye’nin “terör eylemlerine karşı sınırlarının güvenliğini korumaktır!
Türkiye, son 24 yıl içerisinde 25. kezdir Irak Kürdistanı’na askeri sefer düzenliyor. “Sefer” sayısı değişiyor, ancak gerekçe hiç değişmiyor, hep aynı! Sadece bunun kendisi bile, sorunun kendisinin de, çözümünün de “sınır ötesi”nde değil Türkiye’de; “Türkiye’nin sınırları içerisinde” olduğunu göstermiyor mu?
Bir ülkenin “sınırlarının güvenliği”nin bir başka ülkenin topraklarına girilmesi ile sağlanamayacağı, bunun hiç bir meşruiyetinin olmadığı-olamayacağı gerçeğini bir yana bırakalım. Ve bir an için, arka planda başka hedeflerin de bulunduğunu düşünmeyip, bu askeri harekat sonucu Irak Kürdistanı’ndaki PKK güçlerinin “etkisiz hale” getirildiklerini var sayalım! Bununla hangi ‘sorun’ çözülmüş olacak?
İçerde nüfusu 15 milyonu bulan, kendisinin yok sayılma durumunu artık kabullenmek istemeyen; varlığı yok sayılarak değil, eşit ve özgür temelde kardeşleşmek isteyen bir halk-Kürt halkı var. Bu halkı “etkisiz hale getirmek” için ne yapılacak? Milyonların barış talebini, demokratik-siyasal çözüm talebini “etkisiz kılacak” bir silah var mı?
On yıllardır izlenegelen Kürt sorununu inkar politikasında ve askeri yöntemlerde ısrar etmenin, baskı-zor-şiddet ve ‘linç’ politikasını tırmandırmanın bir çözüm olmadığını-olamayacağını bizzat hayatın ve gelişmelerin kendisi göstermiyor mu? İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası mali sermaye kuruluşlarının bir dediğini iki etmeyenler; halkın ve ülkenin birikmiş zenginliklerini- topraklarını gözü dönmüş biçimde haraç-mezat satanlar; Türkiye’nin, Irak’ı adeta “mezbahaya” çevirmiş olan ve başta İran olmak üzere tüm bölge halklarını tehdit eden Amerikan’ın üssü olmasından “ulusal onuru” hiç incinmeyenler; koro halinde ve yüksek sesle “gün milli birlik, beraberlik günüdür” çağrıları yapıyorlar!
Emperyalistler önünde diz çöküp, halklar arasına kin ve düşmanlık tohumları ekmeyi başlıca “yönetme yöntemi” olarak seçmiş olanlar, “milli birlik” çağrıları eşliğinde ‘savaş davulları’ çalıyorlar. Kan üzerinden ‘reyting’ yarışına girmiş tekelci medya, ekranları ve sayfaları ile Göbelsvari kapkara kışkırtıcı bir propaganda yürütüyor.
Dün olduğu gibi bugün de, bu kirli savaşın ve kışkırtma kampanyasının faturasının kimlere kesildiği-kesileceği ise açıktır. Kürt halkı gibi, Türk halkının da, daha çok ölüm, acı ve gözyaşı, daha çok baskı ve yoksulluktan öte bir anlama gelmeyen, daha büyük sorun ve çatışmaların yolunu döşeyen ‘kara harekatı’ndan ve kışkırtma kampanyasından bir çıkarının olması söz konusu olamaz.
İki halkın ve Türkiye’nin çıkarına olan ve acil ihtiyacı duyulan, savaşın ve şiddetin tırmandırılması değil, Kürt sorununun çözümü açısından gerekli barışın ve demokratik bir ortamın oluşmasıdır. Önce hava operasyonlarının, ardından da kara harekatının ABD’nin onay ve desteği ile gerçekleştiği biliniyor. Bu desteğin nedensiz değil, Türkiye’nin İran’a karşı kullanılma dahil, ABD’nin bölge planlarına daha ilerden bağlanması ile yakından ilgili olduğu ise bir sır değil. Irak Kürdistanı’na kara harekatı, Türkiye’nin aynı zamanda Ortadoğu batağına itilmesinin bir adımıdır. Türkiyeyi yönetenlerin “milli dava” olarak propaganda ettikleri, Kürtleri hedeflemenin yanı sıra, bölgede ‘ikinci bir İsrail’ olmanın davasıdır!
İşçi, emekçi ve genç kardeşler;
Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki biz Türkiye kökenli göçmenlerden de bu kirli politikaya destek vermemiz isteniyor. Türkiye’de kan ve Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen kampanyanın buralara da taşınması; işyerinde-okulda-semtte yan yana duran, sorunları ve talepleri ortak olan Türk ve Kürt kökenli emekçiler ve gençler arasına nifak tohumları ekilmesi için, “milliyetçi güçler” yeniden “iş başı” yapmış durumdalar.
Bu milliyetçi kışkırtmalara pirim vermemeliyiz. Göçmenler olarak, dışlanmanın, yabancı-düşmanlığının, milliyetçi ve ırkçı kışkırtmaların ne demek olduğunu yakından bilenler ve yaşayanlarız. Bizler nasıl ki, Alman gerici, milliyetçi ve ırkçı çevrelerin yabancı düşmanı ve ırkçı politika ve kışkırtmalarına tepki duyuyor ve karşı çıkıyorsak; aynı şekilde, Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen milliyetçi kışkırtmalara da karşı durmalıyız.
Tayyip Erdogan’ın Almanya ziyareti esnasında, Avrupa’daki tüm Türkiye kökenlilere “Türkiye’nin elçileri olma” rolünü biçtiğini biliyoruz. Yine, Erdogan’ın sözde burdaki dışlanma politikalarına karşı çıkma adına, “asimilasyonun insanlık dışı” bir olay olduğu, Almanya’da “Türk okulları” açılması gerektiği üzerine sözleri de hatırlarda.
Doğruluğu-yanlışlığı bir yana. Ancak, burada “Türk okulları açılsın” diyenlerin, 15 milyon Kürdün yaşadığı bir ülkede, “ana dilde eğitim” gibi en sıradan demokratik bir talep için imza toplayan gençlerin dahi “bölücü” olarak damgalanıp-cezalandırılması politikasının bizzat sorumluluğunu taşıyor olmaları, ne ile açıklanabilir? Bizlerin, burada “asimilasyon insanlık suçudur” diyenlere, “neden Kürtlerin ve Kürt sorununun varlığını inkar edip, zorla asimilasyonda ısrar ederek ‘insanlık suçu’ işlemeye devam ediyorsunuz” diye sormamız gerekmez mi?
Bizler, emekçiler ve gençler olarak, egemenlerin değil, kendi çıkar ve taleplerimizin “elçileri” olmalıyız. Milliyetçiliğe değil, kardeşliğe elimizi uzatmalıyız!
DİDF olarak;
- tüm işçi, emekçi ve gençleri, barış yanlısı güçleri desteklemeye,
- halkların düşmanlaştırılması politikasına karşı durmaya,
- ‘Türkiye’nin Irak-Kürdistanı’ndaki Askeri Güçlerini Derhal Geri Çekmesi!’ talebine destek vermeye,
- Sesimizi, Türkiye’de demokrasi için, Kürt sorununun barışçıl, demokratik-siyasal çözümü için’ sesini yükseltenlere katmaya, çağırıyoruz!