Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçti. 31 Ekim 1961’de her iki ülke arasında imzalanan İşgücü Göçü Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle başlayan göç tarihimiz geçicilikten kalıcılığa, yabancılıktan yerliliğe dönüştü. Bu nedenle Almanya’da yaşayan üç milyona yakın Türkiye kökenli olarak artık Almanya’nın ayrılmaz parçasıyız.
İşyerinde, okulda, semtte, hayatın her alanında varız.
Ne var ki; bu hem Türkiye hem de Almanya’daki siyasi yönetimler, bizlerin bu ülkenin parçası olduğumuz gerçeğini ısrarla görmek istemiyor; beraber yaşadığımız bu ülkenin halkıyla aramıza her gün yeni duvarlar örmeye çalışıyor.
Diğer taraftan Türkiye’nin son yıllarda içinden geçtiği olağanüstü süreç ve kurulan otoriter rejim, Almanya’da yaşayan bizlerin gündemine de yoğun olarak yansımakta, yer yer yaşadığımız ülkede sorun ve gündemlerden daha fazla hayatımızı etkilemektedir. Bu durum burada yaşamaktan kaynaklı sorunlarımızın çözümü konusunda ilgi ve duyarlılığımızı etkilemekte ve haliyle hayatımız zorlaştırmaktadır.
Halbuki, Türkiye’yi izlemek, duyarlı olmak buradaki sorunlara duyarsız kalmamızı gerektirmiyor. Çünkü bu ülkede yaşayan her sorundan en çok biz göçmen işçiler ve gençler etkileniyoruz.
İŞSİZLİK, YOKSULLUK, DÜŞÜK ÜCRETLİ İŞLER…
Resmi rakamlara göre Türkiye kökenliler arasında işsizlik ülke ortalamasının üç kat üzerinde. Yoksulluktan da en çok göçmenler etkileniyor. Düşük ücretli işlerde çalışan göçmen kadınların çoğu ay sonunu getirmenin mücadelesi veriyor.
Göçmenler arasında yoksulluğun bu denli yüksek olmasında, çoğumuzun düşük gelirli, yarım gün ve kiralık işlerde çalışmamızdan kaynaklanıyor. Bu nedenle kiralık işçiliğin yasaklanması, her alanda yasal asgari ücret bizlerin de başlıca talebi.
EMEKLİLİK, EĞİTİM, SAĞLIK, BARINMA…
Benzer bir durum emeklilik, eğitim, sağlık, barınma gibi temel alanlar için de geçerli. Eğitime ve sağlığa daha az bütçenin ayrılması, aynı zamanda ailelerin daha az katkıda bulunması anlamına geliyor. Öğrencilerin başarının ailelerin ekonomik koşullarına endekslendiği Almanya gibi zengin bir ülkede, biz göçmenlerin çocukları çoğunlukla en kötü okullarda okumak zorunda bırakılıyor. Kimi okulu bitirmeden ayrılıyor, kimi de okulu bitirdiği halde meslek eğitim yeri bulamıyor.
SORUNLARIMIZ ANCAK BU ÜLKEDE ÇÖZÜLÜR
Sadece çalışma, emeklilik, eğitim, sağlık gibi temel alanlarda yaşadığımız sorunlara baktığımızda bile, bunların kaynağının Almanya’da iktidarda olan sermaye partileri olduğu açıktır. Bu nedenle, Almanya’da ekonomik-sosyal alanda yapılan ve yapılacak kısıtlamalara karşı var olan sosyal hareketlerin içinde bizlerin de yer alması gerekiyor. Yani eğer bu ülkede emekçi olmaktan kaynaklanan sorunlarımız çözülecek ve insanca yaşayabileceksek bunun yolu, yine yerli ve göçmen bütün emekçiler olarak birlikte adım atmaktan geçmektedir.
Aynı şekilde göçmenler olarak yaşadığımız sorunlara karşı da bu ülkede bir mücadele sürdürmemiz kaçınılmaz. Ayrımcılığın, yabancı düşmanlığının olmadığı, herkesin hukuksal açıdan eşit haklara sahip olduğu bir Almanya’da göçmenlerin politik malzeme yapılması daha kolay bertaraf edilecektir. Bu nedenle Alman vatandaşı olmayanlara yerel ve genel düzeyde seçmen seçilme hakkının tanınması, Alman vatandaşlığına geçişlerin önündeki engellerin kaldırılması en acil taleplerinizin başında geliyor.
Yıllardır değişik vesilelerle gündeme gelen bu talepler için bugüne kadar hiçbir hükümet samimi bir yaklaşım içinde olmadı. Bu nedenle, eşit haklar için yerli ve göçmen emekçilerin kapsamlı bir mücadele sürdürmesi gerekiyor.
Burada şuna ayrıca dikkat çekmek gerekiyor ki; eğer emekçiler ve göçmenler olarak kendi hayatımız, haklarımız ve geleceğimiz için politik yaşama katılacaksak bunun öncelikli ve esas yolu Türkiye seçimlerinde oy kullanmaktan değil, içinde yaşadığımız bu ülkedeki siyasete daha aktif katılmaktan geçecektir.
IRKÇILIK SEYİRCİ KALINARAK ALT EDİLEMEZ
Almanya’da yaşayan biz Türkiye kökenli işçilerin, kadınların, gençlerin en çok yakındığı, şikayetçi olduğu konuların başında ırkçılık ve yabancı düşmanlığı geliyor. Günlük hayatta karşılaştığımız değişik ayrımcı davranışlar ve olayları, çoğu zaman genellemeler yapılarak açıklıyoruz. Bir kişinin, bir kurumun yaptığı ırkçılık çoğunlukla Alman halkının tümüne mal ediliyoruz.
Irkçı-milliyetçi partilerin Alman halkı içinde göçmenleri, özellikle de İslam ülkelerinden gelenleri bütün sorunların sorumlusu olarak göstermesini de buna eklediğimizde durumun ne kadar zor olduğu, karşılıklı olarak bölünmenin derinleştirildiği kendiliğinden görülüyor.
Ne var ki; Köln’de, Stuttgart’ta, Karlsruhe’de, Berlin’de… sokakta ırkçılığa karşı mücadele eden binlerce, onbinlerce Alman vatandaşını görmezlikten gelemeyiz. Bizim yerimiz ırkçılığa ve ayrımcılığa hayır diyen Alman halkının yanıdır ve bu beraberliği sağladığımız ölçüde ırkçılık ve milliyetçiliğin önü kesilebilir.
Ve dönüp kendimize sormamız gerekiyor: Irkçılığa karşı verilen mücadele karşısında bizler ne yapıyoruz? Bugüne kadarki yaklaşımız çoğunlukla ırkçılığa karşı mücadeleyi kendi dışımızda görmek şeklinde oldu. Bu konuya sözde duyarlı örgütler bile uzak kaldı.
Irkçılığa, milliyetçiliğe karşı mücadele elbette sadece neonazileri protesto eylemlerine katılmakla sınırlı değildir: asıl mesele, etnik veya dini gerekçelerle kışkırtılan bölünme ve kutuplaşmaya karşı hayatın her alanında yerli ve göçmenlerin yakınlaşması ve ilişkilerinin güçlenmesi için biz göçmen emekçilerin de daha duyarlı davranması, içe kapanmamasıdır.
NELER YAPMAMIZ GEREKİYOR?
Bütün bu sorunlar karşısında elbette bizlerin yapması gereken çok şey var.
Birincisi: Sorunlarımız yaşadığımız Almanya’da olduğu için çözüm yeri de Almanya. Çözümü Türkiye’deki hükümetlerde aramaya ya da başkalarına havale etmek, çözümsüzlük ve boşuna beklentiye girmek demektir.
İkincisi: Sözünü ettiğimiz sorunları bu ülkede sadece bizler yaşamıyoruz. Bu nedenle Alman ve diğer uluslardan emekçilerle, gençlerle, kadınlarla bir araya gelerek ortak çözümler bulmalı, birlikte hareket etmemiz gerekiyor. Din, dil, ulus farkı gözetmeden, geleceğimizin, kaderimizin birbirine bağlı olduğunu görmemiz gerekiyor.
Üçüncüsü: Almanya’da kurulan ve Türkiye kökenlilerin milli ve dini duygularını suistimal ederek örgütlenen kurum ve kuruluşların çoğunun bu ülkedeki sorunlarımıza dair fikirleri olmadığı gibi çözümleri de yok. Yarım asrı aşan göç tarihimiz, Türkiye kökenlileri milli ve dini temelde bir araya getirerek, Alman ve diğer halklardan koparma çabası içinde olanların, yarar değil zarar verdiğini gösteriyor. Bu nedenle bölünme değil birleşmeyi, ortak sorunlar etrafında bir araya gelmeyi esas almalıyız. Bunu başarabildiğimiz takdirde birarada yaşamanın mümkün olduğunu da hep birlikte göreceğiz.
Dördüncüsü: Kendi sorunlarımız için örgütlenmemiz, biraraya gelmemiz gerekiyor. Bu ülkede hayatın her alanında var olduğumuz gibi her alanında birlikte yaşamı güçlendiren, eşit hakları savunan, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı çıkan partilerde, sendikalarda, inisiyatiflerde, anti-faşist birliklerde, derneklerde örgütlenmemiz, haklarımız ve geleceğimiz için birlikte adım atmamız gerekiyor.
Ancak bunu başarabildiğimiz takdirde herkesin insanca yaşayabileceği bir Almanya mümkün olacaktır.
Federasyonumuz 1980’den bu yana bu anlayışla yerli ve göçmenler arasındaki beraberliği güçlendirmek için çaba gösteriyor. İşçiler, gençler, kadınlar olarak sizi de bu çabaya ortak olmaya; hayatımız, haklarımız ve geleceğimiz adına bu çabayı daha da büyütmek için adım atmaya çağırıyoruz.
DİDF YÖNETİM KURULU
PDF olarak indirmek için tiklayın: