2013 yılı insanların hakları, talepleri, kendi gelecekleri için sokağa çıktıkları, polis ve ‘güvenlik’ güçlerinin azgın saldırısıyla karşı karşıya kaldığı bir yıl oldu. Frankfurt’taki Blockupy eylemlerinde, Brezilya’daki sosyal hareketlerde, Türkiye’deki demokrasi hareketinde ve AB’nin tasarruf politikasına karşı değişik Avrupa ülkelerindeki eylemlerde bunu gördük. Dünyanın her yerinde insanlar harekete geçtiler ve egemen politikanın kalbine saldırdılar. Ama nerede barış, özgürlük, eşitlik talepleriyle mücadele ettilerse orada devletin azgın saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Avrupa’nın sözüm ona en ilerici ülkelerinde bile…
‘Avro Krizi’ yine merkezi bir konuydu. Özellikle Avrupa’nın güney ülkelerinde sert tasarruf politikasına, kısıtlamalara karşı sosyal haklar ve iş talepleriyle mücadele edildi. Bu politikayı dayatanların başında Alman sermayesi gelmekteydi. Almanya’da bu ülkelerdeki gibi yaygın ve güçlü mücadeleler olmasa da çok sayıda sokak ve işyeri eylemleri yapıldı. Burada mücadele ağırlıklı olarak perakende sektöründe yoğunlaştı. Diğer örnekler ise Neupack’taki gibi işçi hakları mücadelesi, Berlin Charite’de olduğu gibi hastanelerde daha fazla personel için mücadelelerdi. Blockupy ve seçimlerden önce düzenlenen ‘Adil Paylaşım’ eylemi gibi büyük eylemler de yapıldı. DİDF olarak bu eylemlerin içinde yer aldık, gelecek yıl da bunu yapacağız.
Almanya’da da yoksulla zengin arasındaki uçurumun derinleşmesine ve egemenlerin sürdürdüğü politikaya dair hoşnutsuzluk artıyor. Seçimlerde bu nedenle toplumsal servetin adil paylaşımı gibi konular merkezi bir rol oynadı. Büyük koalisyonun bu taleplerden bazılarını içini boşaltarak hükümet programına almasının sebebi de bu hoşnutsuzluk. Seçim vaatlerinin tersine Almanya’da servetin adil paylaşımı konusunda herhangi bir ilerleme olmayacak çünkü zenginlerin haklarına dokunmak istemiyorlar…
Hükümet belli branşlarda ve çok ileri tarihte uygulamaya sokulacak göstermelik bir asgari ücret sözü veriyor. Kiralık işçilik, sigortasız, düşük ücretli çalıştırma ve Avrupa politikasında da bir değişiklik yok. Militarizm ise giderek daha da güçlendirilecek. Suriye’de savaş tehlikesi ortadan kalkmış değil, dünyanın birçok ülkesine Alman askerleri gönderilmiş durumda ve müdahaleye hazırlar.
Yeni kurulan Büyük Koalisyon’la hükümet parlamentoda yüzde 80 -ezici- çoğunluğa sahip. Bu güçlü hükümete karşı güçsüz bir parlamenter muhalefetin var olduğu dikkate alındığında yapılması gereken parlamento dışı muhalefetin güçlendirilmesi. Bulvar gazetesi Bild bile tamamen tekel çıkarlarını savunan FDP’nin parlamento dışı kalması sonrası ‘Parlamento dışı muhalefet biziz!’ manşetini attı. Onların gerçek muhalefet olmadığı açık. Bizim, sendikalarımız ve birliklerimizle taleplerimizi güçlü bir şekilde dile getireceğimiz, mücadele edeceğimiz muhalefet çalışmasını yapmamız zorunlu.
Türkiye’de 2013 yılı, hem Gezi hareketi hem de yolsuzluk ve rüşvete karşı mücadele ile bir dönüm noktasıydı. Türkiye’de yeniden güçlü mücadeleye yol açan yolsuzluk skandalı, yeni bir olay değil. Daha önceki dönemlerde de Almanya’da da bilinen Deniz Feneri skandalı gibi birçok yolsuzluk yapılmıştı. Türkiye’de ve burada yaşayan insanlar bu politikadan çoktan bıktılar. Eşitlik, halkların kardeşliği ve gerçek demokrasi için mücadele ediyorlar. 2013’te Türkiye’yi oldukça etkileyen ve etkisini sürdürecek olan önemli gelişmeler oldu. Burada bize düşen AB’nin rolü ve Almanya’nın Türkiye’ye destek verme politikasını öne çıkarıp teşhir ederek Türkiye’deki barış ve demokrasi mücadelesiyle dayanışmada bulunmaktır.
2014 yılında Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Federal seçimlerde gördük ki AfD seçmenlerin oylarını almak için göstermelik Avrupa Birliği karşıtı politikasıyla Avrupa’nın güneyindeki ülkelerin halklarına karşı önyargıları pekiştirecek, onları asalaklar olarak niteleyip düşmanlıkları arttıracak. Almanya ve dünya tarihinden bildiğimiz gibi kriz dönemleri ırkçı ve faşist düşüncelerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Ne ‘Tembel Yunanlılar’ ne de Almanya’da Hartz IV ve yoksulluktan etkilenen insanlar politik, ekonomik ve toplumsal sefaletin nedeni değildir. Suçlu banka ve tekellerin aşırı kar hırsı ve sadece onların çıkarlarını savunan politikalardır. Bu politikaya karşı mücadele eden Avrupa halklarıyla dayanışma içindeyiz.
DIDF olarak artan ırkçılık ve pekiştirilen önyargılara karşı mücadeleyi 2014 yılının önemli görevlerinden biri olarak görüyoruz. Bunun içinde NSU cinayetlerinin ve cinayet şebekelerinin devlet güvenlik kurumlarıyla ilişkilerinin hiçbir karanlık yan kalmadan açığa çıkarılması için vereceğimiz mücadele de yer alıyor.
Önümüzde politik açıdan çok şey yapılacak, yapabileceğimiz bir yıl var. DİDF olarak sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmeliyiz. Etnik, milli, kültürel, dini farklılık gözetmeksizin ortak yaşam ve ortak mücadeleyi güçlendirmek, taleplerimizi kabul ettirmek zorundayız. Kazanımlarımızı savunmak ve yeni kazanımlar elde etmek önümüzdeki görevdir. Bu nedenle güçlerimizi birleştirerek hedefli ve yoğun bir çalışma sürdürmek zorundayız.
2014 yılında her iki yılda bir yaptığımız genel ve yerel kongrelerimiz de var. Kongrelerimizi sosyal haklar, barış ve eşitlik mücadelemizi güçlendirecek ve toplumun değişiminde katkımızı arttıracak olanaklar olarak değerlendireceğiz.
Bu anlamda hepimize iyi yıllar diliyorum. Umut dolu, yeni kazanımlar elde ettiğimiz yeni bir yıla…
DIDF Genel Başkanı
Özlem Alev Demirel