Federal İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble başkanlığında Berlin’de toplanan “3. İslam Zirvesi”nde, Almanya’da Müslüman ülke kökenli göçmenlerin karşı karşıya oldukları sorunlara ilişkin her hangi bir çözüm sunulmamıştır.
Hükümetin yaklaşımında temel bir değişim olmadığı gibi çok önceden bu yana yürürlükte olması gereken, dini inançlara göre cenaze defni gibi temel insani haklar, sanki bugün çok büyük bir adımmış gibi sunulmakta ve gerçek sorunların üzeri örtülmeye çalışılmaktadır.
Almanya’da yaşayan bütün emekçilerin eşit siyasal haklara sahip olması için 30 yıla yakın bir süredir mücadele eden federasyonumuz, devletin bütün dinlere eşit mesafede yaklaşmasını ve özellikle kamu kaynaklarını şu veya bu dini örgütlenmelere ve cemaatler lehine harcamamasını talep etmektedir. İster cami ister kilise veya sinagog olsun, bütün ibadethanelerin harcamaları söz konusu cemaatlerin kendi kaynakları tarafından sağlanmalı ve denetime açık olmalıdır.
“3. İslam Zirvesi”nde devlet okullarında İslam dersi uygulamasına geçme kararı da entegrasyon ve birlikte yaşamın güçlenmesi yönünde atılacak bir adım olarak değerlendirmek mümkün değil. Kamuya ait eğitim kurumlarında genel olarak din dersi verilmesini doğru değildir.
Eğitim gerçek anlamda laik ve demokratik olmalıdır. Devlet okulları tüm dinlere eşit mesafede yaklaşmalı ve her inanç grubuna ayrı din eğitimi yerine tüm öğrencilerin birlikte okudukları etik değerler ve dinler tarihi dersleri verilmelidir. Bu uygulama değişik eyaletlerde “LER” adı altında başarıyla sürdürülmektedir ve bütün Almanya’ya yaygınlaştırılabilir.
İslam din derslerinin devlet okullarında okutulması konusunda hem Alman hükümeti hem de çeşitli göçmen kuruluşları eşitlik gerekçesini öne sürmektedir. Evet, devlet tüm dinlere eşit mesafede durmalıdır ama bu, laiklik temelinde bir eşitlik olmalıdır. Federasyonumuz, farklı inanç gruplarının dini özgürlüklerine imkan tanımanın ötesinde hiçbir dini topluluk için ayrıcalık tanınmamasını ve toplumda dini ve etnik kökene göre bölünmeyi arttıracak uygulamalardan kaçınılmasını savunmaktadır.
Ayrıca daha zirve bitmeden bu dersleri kimin vereceği konusunda yaşanan pazarlık ve tartışmalar; din özgürlüğü adına din istismarcılığı yapılması konusundaki tereddütlerin yersiz olmadığını göstermiştir.
Diğer taratan Federal hükümet, Müslüman ülke kökenli göçmenlerin hepsini aynı kefeye koyma ve göçmenleri dini kimliklerle tanımlama tutumundan vazgeçmediği gibi bu insanları “potansiyel tehlike” görme anlayışını hala savunmaktadır. Sonuç olarak 3.sü düzenlenen İslam Konferansının sonuçlarına, katılanların anlayış ve tutumuna bakıldığında dinin politikaya alet edilmesinin ve din üzerinden yapılan istismarcılığın ötesine geçememiştir.