Doğa tahribatını ancak emekçiler engeller
Teknolojinin bu denli geliştiği, üretimde bu kadar artışın olduğu süreçte doğa tahribatının korkunç boyutlara erişmesi kaçınılmaz ve insanlık açısından gerekli bir durum olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Ancak doğa tahribatı ne bizi inandırmak istedikleri gibi kaçınılmaz, ne de biz isçi ve emekçilerin çıkarınadır. Dünyamızın doğal kaynaklarını, aşırı kar hırsıyla talan eden büyük şirketler, bunu tüm insanlığın malı olan doğal kaynakları özel mülkiyetlerine katarak ve doğal dengeyi alt üst ederek gerçekleştiriyorlar.
Günümüzde petrol, kömür ve doğal gaz gibi yenilenmeyen enerji kaynakları, dünya enerji giderinin yüzde 85’ini karşılamakta. Buna yüzde 6 oranında nükleer enerjiyi kattığımızda biyoenerji, su, güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma oranı yüzde 9’larda kalıyor. Bunun nedeni yenilenebilir enerji kaynaklarının har hacminin tekeller açısından cazip olmaması.
Nisan ayında Meksika Körfezi’nde İngiliz petrol şirketi BP tarafından işletilen petrol platformunda yaşanan patlama ve sonrası gelişmeler, büyük tekellerin kar hırsını ve doğayı yalnız karlarını arttırma kaynağı olarak gördüklerini açıkça ortaya koymuştur. BP gecen yıl 26 milyar Dolar kar ettiğini açıkladı. Peki nereden geliyor bu kar? Dünyamızın-doğanın- fosil kaynaklarını talan ediyorlar, yetmiyormuş gibi doğayı kirletiyorlar ve yok ediyorlar.
BP’nin yüzlerce örneğin içinden sadece bir tanesi olduğu dikkate alındığında durumun vahameti anlaşılabilir. Almanya’da da hükümet uzun bir dönemdir atom santrallerinin kapatılmasını tartıştı. Bu tartışma büyük atom tekellerinin daha karlı çıkmasıyla sonuçlandı. Santrallerin çalışma süreleri hiç bir ekonomik yaptırım getirilmeden uzatıldı.
Tahribatın sorumluları biz değiliz!
Dünyanın her tarafında doğa kirletiliyor. Radyoaktif atıklar, zehirli gazlar tüm dünyayı sarmakta. Doğal ürünlerin yerini genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar almakta. Hammadde kaynakları ve yenilenemeyen enerji kaynakları tüketilmekte. Küresel ısınmanın, bitki ve hayvan türlerinin hızla yok oluşunun ve diğer doğal felaketlerin önüne geçilememekte. İklim değişikliği, doğa tahribatı konulu değişik konferanslar düzenleniyor ve çözümler üretiliyor: ‘Her birey sorumlu davranırsa doğamızı kurtarabiliriz?’ Yani, bizler-işçi ve emekçiler sorumsuz davranıyoruz! Gerçekleri ters yüz etmenin bundan açık bir örneği olamaz! Elbette, bizlere de sorumluluk düşmekte, herkes çevresine ve doğaya karşı daha hassas olmak zorunda. Ama yukarıdaki örneği tekrar ele aldığımızda bile görülüyor ki, insanların ‘duyarsızlığı’ kapitalistlerin yaptığı yıkım karşısında, devede kulak kalmakta.
Gözümüzü boyamalarına izin vermeyelim!
Yıllardır egemenler, Kyoto, Kopenhag ya da Bonn konferansları, yayınlanan protokollerle çevre için bir şeyler yapıyormuş gibi davranıyorlar. Sonuç ortada: Ekolojik denge giderek bozuluyor. Birleşmiş Milletler 2009 Çevre Raporu’na göre 1975-2008 arası 8866 doğal felaket gerçekleşti, bu felaketler sonucu 2 milyon 284 bin insan hayatini kaybetti. Son 30 yılda fırtına ve su baskınlarından zarar gören insan sayısı da 740 milyondan 2.5 milyara yükseldi. En son Pakistan’da ve daha önce Haiti’de yaşanan insanlık dramları göstermiştir ki, kapitalistlerin kar hırsı , ‘benden sonra tufan’ anlayışı devam ettiği sürece, doğal felaketler sona ermeyecek ve kurbanları da hep yoksullar olacaktır. Egemenler gerçek suçluları, doğa tahribatının kapitalizmin ürünü olduğu gerçeğini gizlemeyi amaçlamaktadır. Ancak gerçekler inatçıdır: Kapitalist sistem toplumu ve doğayı sadece sömürülebilir bir kaynak olarak görmekte, kar hırsıyla tahrip etmektedir. Çevre sorunu teknik değil politik bir mücadeleyle çözülecektir. Bu mücadelede bir yanda emekçileri ve doğayı hunharca sömüren ve kirleten sermaye sahipleri yani egemenler, diğer yanda iliğine kadar sömürülen ve doğası tahrip edilen bizler yani emekçiler vardır!
Doğaya sahip çıkmak ve çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorsak görevimiz çevre korunmasıyla ilgili etkinlik ve eylemlere güç vermek ve katılmaktır.