25 Kasım 1960’da Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabel kız kardeşler, cuntacı devlet güçleri tarafından katledilmişti. Onların mücadelesinin anısına 1999 yılından bu yana her 25 Kasım binlerce kadın sokaklarda ‘ŞİDDETE HAYIR’ diyor. Dünyanın dört bir yanında daha fazla kadın cinsel taciz ve tecavüzlere karşı çıkarak, eşitlik ve özgürlük talebi için mücadele yolunu seçiyor.
Çünkü dünyanın her yerinde kadınlar evde, sokakta, işyerlerinde veya devletin polis ve kolluk güçlerinin şiddeti sonucu hayatlarını kaybediyor. Geleneksel ve dinsel geleneklerle kadın bedenleri namus cinayetlerinin ve zorunlu evliliklerin, cinsel taciz ve tecavüzlerin kurbanı oluyorlar.
Resmi verilere göre dünya çapında her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor. Bırakalım Hindistan, Meksika ve Türkiye gibi ülkeleri, Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden olan Almanya’da bile 2018 yılında 120 kadın öldürüldü ve 16 yaşından büyük her üç kadından biri cinsel veya fiziksel şiddete uğradı.
Ekonomik krizler yoksulluğu, yoksulluk kadına şiddeti artırıyor!
Artan yoksulluğa paralel olarak kadınlar daha fazla şiddet sarmalına itiliyor. Sosyal kısıtlamalar en çok kadınları ve çocukları etkiliyor. Düşük ücretli ve güvencesiz işlerin artması asıl olarak kadın emeğinin daha fazla kullanılmasını birlikte getiriyor. Çünkü kadınlar çalışmanın yanı sıra ailenin, çocukların ve hastaların bakımını da üstlenmek zorunda bırakılmaktadır. Bunları başarmak ancak kısa süreli işlerde çalışarak mümkün olmaktadır. Sonuç yoksullaşma ve buna ek olarak şiddetin her türüne boyun eğmektir.
Almanya gibi ihracat şampiyonu olan zengin bir ülkede devletin sosyal alandaki görevlerinden geri çekilmesiyle de kadınların payına daha fazla yük, erkeğe daha fazla bağımlılık ve esaret düşmektedir. Bugün yüzlerce kadın, ‘yer olmadığı için’ kadın sığınma evlerinin kapısından geri döndürülmektedir.
Kadına şiddet, cinsel taciz ve tecavüz daha ağır cezalandırmalı, şiddete uğrayan kadın kayıtsız şartsız koruma altına alınmalı, kadın sığınma evleri çoğaltılmalı, her kadına asgari yaşam ve çalışma şartları yaratılmalıdır!
Artan ırkçılık kadınların hayatını daha da zorlaştırıyor!
Latin Amerika ülkelerinden Avrupa ülkelerine kadar son dönemde artan ırkçılık ve gericileşme kadınların da hayatını zorlaştırıyor. Irkçıların hükümette olduğu ülkelerde kürtaj konusunda kazanılmış haklar tartışmaya açılıp geri alınmak isteniyor. Kadın bedenleri üzerinde hükümetler söz ve karar sahibi olmak istiyor.
Irkçı partiler ‘aile ve kadın’ konularını özel gündem yaparak, sözde kendi uluslarının kadınlarını korumak için mültecilere düşmanlıkla ırkçılığı derinleştiriyorlar. Almanya’da parlamentoda yer alan ırkçı AfD partisi ‘Alman kadınlarımızı koruyalım – bir ulus ana rahminde ölür’ ‘ diyerek ırkçılığı derinleştirirken, ‘üst kesimler çocuk doğursun’ derken de yoksullara karşı zengin sınıfını savunmakta; ‘kürtajın yasaklanmasını’ talep ederek de dinci-tutucu, kadını eve kapatan değerleri savunmaktadır.
Bugün şiddete uğrayan emekçi kadınların çıkarı da, ırkçılığa karşı mücadeleyi güçlendirmekten geçmektedir!
Kadınlar alternatifsiz değil!
Kadına yönelik her türden cinsel ve fiziksel şiddet, ne bir kültüre, ne bir etnik kökene, ne de bir dine aittir. Egemenlik ve sömürü ilişkilerinin olduğu her yerde, erkeğin egemenliği kışkırtılarak her gün yeniden yeniden şiddet üretilmektedir.
Buna karşı da bugün onbinlerce kadın, geçmişten daha fazla, 25 Kasımlarda, 8 Martlarda biraraya gelerek örgütlenmekte ve cesurca eşitlik ve özgürlük mücadelesine katılmaktadır!
DİDF olarak tüm kadınları 25 Kasım’daki etkinliklere katılmaya çağırıyoruz!
DİDF Yönetim Kurulu
Köln, 24.11.2018