Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Almanya gezisi sırasında yaptığı açıklamalar, Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin sorunlarını çözmekten öte daha da derinleşmesine hizmet edecektir. Bu açıklamalar aynı zamanda hükümetin Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin sorunlarından ne kadar uzak olduğunu da göstermektedir.
„Almanya’da Türk okulları, Türk üniversiteleri açılsın ve öğretmenleri de biz gönderelim“ önerisi tam anlamıyla bir skandaldır. Bu ülkelerde doğup büyüyen çocukların okullarda başarısız olmasının asıl nedeni, buradaki eğitim sistemi ve çocukların yeterli derecede yaşanılan ülkenin dilini bilmemesidir. Bu gerçeğe rağmen Türk okulları önerisi, binlerce çocuğun geleceğini daha da karartacak, okul bitirme, meslek bulma olanaklarını azaltacaktır. Başbakanın derdi, gençlerin yaşadıkları ülkelerde eğitim olanaklarının geliştirilmesi değil, elit bir kesimin Türkiye’nin hizmetinde çalışmasını sağlamaktır. Bu öneri aynı zamanda Türkiyelilerin toplumsal yaşamdan kopmasına, gettolar içerisine hapsedilmesine de hizmet edecektir.
Bir yandan uyum için Almanca öğrenin çağrısı yapan Başbakan, aşırı uyumun zehir olduğunu söyleyerek asıl niyetini ortaya koymuştur. İçinde yaşadığımız toplumla kaynaşmanın, sorunlarımızın çözümü için ortak hareket etmenin, ileri düzeyde sosyal yaşantıya katılmanın zehir olduğunu açıklamak, bugüne kadar uygulanan ayrımcı politikalara, uyumu engellemeye çalışanlara destek vermektir. Sorunların kaynaklarından birisi olan ayrımcılığa karşı Türkiyelilere yapılan ‚kendi içinizde birlik olun’ gibi kulağa hoş gelen öneriler, ancak ayrımcılığı ve sorunları derinleştirmeye hizmet edebilir.
Erdoğan’ın dört günlük Almanya ziyaretinde dile getirdikleri aslında Türk hükümetleri tarafından yıllardan beri sürdürülmekte olan politikaların devam ettiğini göstermektedir. Gelinen noktada insanların yaşadıkları ülkelerin bir parçası olduğu gerçeği kabul edilmeyerek, onlar hala ekonomik ve politik olarak kullanılacak araçlar olarak değerlendirilmektedir. Avrupa ülkelerinde sorunların çözümü için politikaya atılan insanlara yapılan‘ Türkiye’nin elçisi olun’ ‘Avrupa parlamentolarında Türkiye’nin çıkarlarını savunun’, çağrıları bu zihniyetin açık göstergesidir. Dün döviz gönderenlere, alın terleri hükümetler tarafından çarçur edilenlere, bugün de Türk hükümetinin politikalarına dayanak olun çağrısı yapılmaktadır. Vatandaşın yaşadığı sorunlar hükümetin ve başbakanın umurunda bile değil. Hükümet kendi sorumluluklarını ve görevlerini vatandaşın üstüne yıkarak vatandaşın yaşadığı asıl sorunları unutturmaya çalışmaktadır.
Bunun için değişik partilerden politikacılar bu ülkelerde yaşanan başta ayrımcılıktan kaynaklı sorunları suiistimal ederek, vatandaşa sahip çıkıyor görüntüsü oluşturmaya çalışmaktalar. Ludwigshafen’de yaşanan acı olayın ardından tüm partilerin temsilcileri buraya akın etti. Sözde insanlarımızın acılarını paylaşmak için birbiriyle yarıştılar. Halbuki on gün önce İstanbul’da yaşanan acı yangında 21 insanın yaşamını yitirmesi sonrası hiç birisi ortalıkta görünmemişti. Bu nedenle asıl görevleri Türkiye’de yaşayan insanların acılarını azaltmak olanların, Ludwigshafen’de dile getirdikleri duygularında samimi olduklarına inanmak çok zor.
Türk hükümetleri artık, 47 yıldan beri Avrupa’da yaşayan Türkiyelilerin yaşadıkları ülkelerin bir parçası olduğu gerçeğini kabul etmeli, insanları kendi politikalarının uzantısı yapmaktan vazgeçmelidir. Türkiyelilerin bugün yoğun şekilde yaşadığı işsizlik, yoksulluk, eğitimde fırsat eşitsizliği, ayrımcılık gibi sorunlarının çözümü yaşadıkları ülkelerde olacaktır. Getirilecek öneriler de, atılacak yeni adımlar da bu gerçek üzerinden yerli ve göçmenlerin birliğine hizmet etmelidir. Milyonlarca insanın geleceği, Erdoğan ve hükümetinin iç ve dış politikalarına kurban edilmemelidir.