İşsizliğe, yoksulluğa, savaşa, silahlanmaya, ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı oy kullanalım!
26 Eylül 2021’de Federal Parlamento için seçimler yapılacak. Bu seçimler normal koşullarda yapılmıyor. Yaklaşık iki seneye yakın bir süredir devam eden pandemi, işçi ve emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştırdı. Pandemi öncesinde yaşanan sorunlara yenileri eklendi. İşçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları daha da zorlaştı. Özellikle düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışan işçiler yüzde 5-20 ücret kaybına uğradı. Bu süreç bitmiş de
değil. Bazı işkollarında kısa çalışma nedeniyle ücret kaybı yaşanmaya devam ediyor. Yüzbinlerce küçük ve orta dereceli esnaf çok zor bir süreçten geçmekte. Binlercesi iflas etme sınırında.
Seçimler zor bir dönemde yapılıyor!
Senelerdir kamu hizmetlerinde yapılan kısıtlamalar, pandemi döneminde daha ağır bir şekilde hissedildi. Yoksul çocuklarının eğitim olanakları daha da kötüleşti. Kimisi bilgisayar, kimisi internet yokluğundan dijital eğitimi takip edemedi. Yüzbinlerce çocuğun ailesinin konut olanaklarının sınırlı olması, başından itibaren dijital eğitime katılmayı zorlaştırdı. Senelerdir devam eden sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, sağlık alanındaki personel eksikliği, sağlık sisteminin daha fazla kar elde etme hedefiyle düzenlenmiş (DRG sistemi) olması binlerce insanın yaşamını kaybetmesine, sağlık çalışanlarının çalışma şartlarının dayanılamayacak düzeye gelmesine neden oldu. Kiraların artması, enerji masraflarının, gıda fiyatlarının artması milyonlarca insanın yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı.
Pandemi öncesi daralmaya başlayan ekonomi, pandemiyle birlikte küçüldü. Faturası da çalışanlara kesildi. Hükümet işverenlerin kayıplarını değişik fonlarla gidermeye çalıştı. Kısa çalışma masrafları sosyal kasalardan ödenerek, işverenlerin herhangi bir kayba uğraması önlendi. 800 bine yakın sözleşmeli, 500 bine yakın güvenceli işlerde çalışan işçi işini kaybetti. İşverenler pandemi nedeniyle, işyerlerini koruma adına hükümetten milyarlarca euro teşvik almasına rağmen bu kadar işçiyi işinden etti. Yapılan açıklamalara bakılırsa bu süreç devam edecek.
Zengin daha zengin, yoksul daha da yoksullaşıyor!
Son senelerde dünya genelinde zengin ve yoksul arasındaki uçurum sürekli büyüdü. Pandemi bu süreci biraz daha hızlandırdı. Dünyanın 10 büyük zengini, 3,5 milyar insanın sahip olduğundan daha fazla servete sahip. Almanya da bu gelişmelerin zenginler lehine yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Nüfusun yüzde 10’nu toplam zenginliğin yaklaşık yüzde 70’ine sahip.
Zenginlerin karları ve sermayeleri pandemi döneminde de artmaya devam etti. ALDI, LİDL, BMW gibi tekellerin sahiplerinin de içinde olduğu Almanya’nın en zengin on kişisinin serveti bir sene içerisinde 50 milyar daha da fazlalaştı. Zengin daha da zengin olmasına rağmen, 1,6 trilyon Euro kurtarma paketlerinin faturasının kime kesileceği seçim tartışmalarında en önemli gündemlerden biri. Bazı partiler zenginlere hiç dokunmak istemiyor. Bu faturayı da çalışanların ödemesini istiyor. Faturanın kime kesileceği meselesi, seçimler sonrası milyonlarca işçi ve emekçinin geleceğini çok yakından ilgilendirmekte. Faturanın işçi ve emekçilere kesilmesi, halkın önemli bölümü ve yok olmakla karşı karşıya kalan küçük esnaflar için ağır sonuçlar getirecektir. Çalışanlar için bu ücretlerin daha da düşmesi, çalışma koşullarının daha da zorlaşması veya işini kaybetmek demektir.
26 Eylül seçimlerine katılalım! Emekçilerin birliğini güçlendirelim!
İşçi ve emekçiler olarak, sorunlarımız pandemi döneminde artmış olsa da çözümsüz değiliz. Aksine sorunların bu kadar berrak bir şekilde görülmesi, işçi ve emekçilerin birleşmesinin olanaklarını da beraberinde getirmekte. Bu süreçte saflar daha da netleşti. Milyonlarca insan dil-din farkı olsa da, sosyal olarak birbirine daha çok benzediğinin, sorunlarının ortak olduğunun farkına vardı. Daha fazla emekçi yaşanan sorunların esas nedeninin zenginler ve yoksullar arasında yaşandığının farkına varıyor. Pandemiye rağmen on binlerce işçi daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için uyarı grevleri yaptı, binlerce emekçi kiraların dondurulması için, hastanelerin kapatılmaması ve kamulaştırılması için, ırkçı-faşist örgütlerin yasaklanması için sokaklara çıktı. Bugün ortaya çıkan tablonun ve sorunların sadece seçimlerle çözülmesi mümkün değil. Seçimler de işçi ve emekçilerin birliğine hizmet etmeli, parlamento dışında devam eden hak alma mücadelelerini güçlendirmelidir.
Bunun için Alman vatandaşı olan Türkiye kökenli tüm emekçileri seçimlere katılmaya, aşağıda belirtilen talepleri savunan partileri ve adayları desteklemeye çağırıyoruz. Türkiye kökenli emekçiler olarak bu ülkede hayatın her alanında politik yaşama katılmayı güçlendirelim. Bugün yaşadığımız sorunları ancak, yerli ve göçmen emekçiler olarak her alanda birleşebildiğimiz oran-da çözebiliriz. Bunun için işçi ve emekçilerin talepleri için grevleri-yürüyüşleri destekleyen partileri ve adayları destekleyelim. Parlamentoda işçilerin ve emekçilerin çıkarlarını savunacak, ırkçılığa-ayrımcılığa emekçilerin dil-din-renk olarak bölünmesine karşı çıkacak adayları destekleyelim.
Taleplerimizi savunalım, mücadeleyi büyütelim!
Krizin faturasını zenginler ödesin, zenginlerin vergileri artırılsın!
Senelerdir hükümetlerin zenginlerden yana uyguladıkları politikaların da sonucu olarak, yaratılan tüm zenginlikler çok küçük bir azınlığın elinde toplanmış durumda. Bugün en zengin 45 ailenin serveti, 40 milyon insandan daha fazla. 90’lı yıllardan bu yana tüketici vergileri, işçilerin sosyal kasalara ödediği vergiler sürekli artarken, sermayenin ve zenginlerin ödediği bütün vergilerde indirim yapıldı. Pandemi döneminde de hükümet işverenleri ve zenginleri kayıran politikalar uygulayarak, zenginlerin servetlerini büyüttü. Bu politikaları kabul etmek mümkün değil.
Bunun için toplumun yüzde 10’unu oluşturan zenginlerin vergilerinin artırılmasını, işçi ve emekçilerin, küçük esnafın vergilerinin düşürülmesini talep ediyoruz. Faturayı pandemi döneminde de sermayelerini büyüten zenginler ödesin.
İşsizliğe ve yoksulluğa karşı, iş süreleri kısaltılsın, herkese güvenceli iş!
İstisnasız bütün tekeller önümüzdeki dönemde karlarını artırmak için işçi sayısını düşürmeyi planlıyor. Ayrıca hükümet olacak partilerden de, çalışma yaşamının daha da esnekleşmesini sağlayacak düzenlemeler talep ediyorlar. İşyerlerinin yok edilmesini de, dijitalleşme alanında yaşanan gelişmelere bağlayıp, yenilenebilir enerji gibi alanlarda Alman sermayesinin geri kaldığı ve uluslararası düzeyde rekabet edebilmek için bu adımların atılması gerektiği propagandasını yapıyorlar. Özetle; sermayenin yeni üretim alanlarına yapacağı yatırımların faturası işçilere, dijitalleşme ve tekniğin gelişmesinin bütün olanakları da sermayenin hizmetine sunulmakta. Senelerdir işçiler ve emekçiler haklarından feragat ediyor. Ve tablo ortada. Milyonlarca işçi güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmakta. Almanya’da dijitalleşme, tekniğin gelişmesi, işçilerin üretkenliğindeki artış, iş sürelerinin kısaltılmasını ve herkesin çalışabilme olanaklarının yaratılmasını olanaklı kılmakta. İş yerlerinin korunması, yeni iş alanlarının açılması için işçilerin ve çalışanların değil, asıl olarak sermayenin karlarının bir kısmından feragat etmesiyle mümkündür.
Bunun için: Tam ücret ve personel karşılığı 30 saatlik iş haftası, asgari saat ücretinin en az 13 Euro’ya yükseltilmesini, taşeron firmaların yasaklanmasını, süreli ve güvencesiz işlerin güvenceli işlere dönüşmesini, toplu işten atmaların yasaklanmasını talep ediyoruz.
Emeklilik yaşı düşürülsün, yaşlılıkta yoksulluk önlensin!
Emeklilik yasasında yapılan değişiklikler sonucu milyonlarca emekli yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Öyle ki, emekli olmasına rağmen ek gelir için çalışmak zorunda olan yüzbinlerce emekli var. Hükümetin son olarak çıkarmış olduğu ‘Grundsicherung’ yasasından çok az insan yararlanabilmekte. Ve bu tabloya rağmen, bugün yeniden emeklilik yaşının yükseltilmesi tartışmaları başlatıldı. İşverenler ve Ekonomi Bakanı emeklilik yaşının 69’a çıkarılmasını savunuyor. Yoksulluk sadece emeklileri değil, aynı zamanda çocukları, engellileri de ciddi şekilde etkilemekte. Almanya’da her beş çocuktan birisi, nüfusun da yüzde 16’sı yoksulluk sınırında yaşıyor.
Bunun değişmesi için, emekli aylığı net en az 1.200 Euro olmalı, emeklilik yaşı düşürülmeli, Hartz IV gibi insan onurunu zedeleyen yasalar iptal edilerek, herkesin yoksulluk sınırının üstünde yaşayabileceği bir gelire sahip olmasının koşulları yaratılmalıdır.
Sağlık hizmetleri kamulaştırılsın, DRG sistemi kaldırılsın!
Sağlık alanında yapılan özelleştirmelerin sonuçları pandemi döneminde daha da açığa çıktı. Pandemiye karşı maske, hijyen malzemesi gibi en temel eşyalar bile aylarca tedarik edilemedi. Sağlık hizmetleri kar esasına göre düzenlendiği için, personel sayısı sürekli azaltıldı, çalışanların çalışma koşulları kötüleşti ve ücretleri düşürüldü. Özel sektör para getiren bölümlere yatırım yaparken, az para getiren birçok bölüm ve hastane kapatıldı. Bugün de hastanelerin önemli bir bölümü halen kapatılmak isteniyor. Sağlık sisteminde gün geçtikçe birkaç tekel daha fazla söz sahibi olmaya devam ediyor.
Sağlık hizmetleri kamu hizmeti olmalıdır. Para kazanılacak bir alan değil, halkın sağlığını korumanın alanı olmalıdır. Bunun için tüm sağlık hizmetleri kamulaştırılmalı, daha fazla personel alınmalı, çalışanların ücretleri ve çalışma koşulları iyileştirilmeli, tanı sistemine dayalı tedavi yöntemine son verilmelidir.
Kiralar dondurulsun ve daha fazla sosyal konut yapılsın!
Almanya’da artan kiralar nedeniyle gelirin yarısına yakını kiraya gidiyor. Sosyal konut sayısı yıllardır azalıyor. Yüzbinlerce eve sahip olan konut tekellerinin, kiraların düşmesini önlemek ve emlak fiyatlarının artması için giriştiği spekülatif girişimlere karşı hiçbir önlem alınmadığı gibi, bu girişimler sürekli teşvik edildi. Almanya’da konut fiyatlarının ve kiraların artmasının nedeni asıl olarak, konutların yüzde 30’a yakınını elinde bulunduran 10’a yakın tekeldir. Konut ve barınma her insanın hakkıdır.
Bunun için ellerinde binlerce ev bulunduran tekellerin konutları kamulaştırılmalı, kiralar dondurulmalı, devlet yeterli sayıda sosyal konut yaparak, herkese ödeyebileceği barınma olanağı tanımalıdır.
Eğitime daha fazla bütçe ayrılsın!
Eğitimin sosyal konuma göre şekillendiği Almanya’da, pandemi eğitimde var olan eşitsizliği daha da derinleştirdi. İşçi ve emekçi çocuklarının dijital eğitim olanaklarının daha sınırlı olması bu süreçte sorunların daha da büyümesini beraberinde getirdi. Senelerdir başta eğitim sendikası GEW olmak üzere, Almanya’da eğitim sistemindeki adaletsizliği eleştirenlere kulaklarını kapatan eyalet hükümetleri, pandemi döneminde de derinleşen sorunların sorumlusudur. Okul binalarının durumu, sınıfların sayısının fazlalığı, personel eksikliği, elemeci ve rekabeti körükleyen okul sistemi, eşitsizliği derinleştirmektedir.
Pandemi döneminde daha da artan sorunların çözümü için, daha fazla eğitmen ve öğretmen alınmalı, ihtiyacı olan her çocuğa ders yardımı olanağı sağlanmalı ve eğitimin aksamaması için okul binaları her türlü araçla donatılmalıdır. Eğitim sistemindeki eşitsizliğin azalması için, tek okul sistemine geçilmeli, sınıflardaki öğrenci sayısı azaltılmalı, eğitim müfredatı göç olgusunu dikkate alarak yeniden hazırlanmalıdır.
Çevreyi korumak için fatura halka değil, çevreyi kirleten tekellere kesilsin!
Çevrenin sınırsız bir şekilde tahrip edilmesi, sel-yangın-kuraklık gibi afetleri daha da sık yaşanır hale getirdi. Bilim insanları böyle devam ederse dünyanın önemli bölümünün yaşanamaz hale geleceği uyarılarını sürekli yapmaktadırlar. Dünya genelinde yaşanan çevre kirliliğinin yüzde 71’ini dünyanın 100 büyük tekelinin, yüzde 90’ına da zengin ülkelerin neden olduğu biliniyor. Bunlara sınırlama getirilmediği sürece, gelecek kuşaklara yaşanacak bir dünya bırakmak mümkün olmayacak.
Çevre kirliliğinin faturası kirletenlere kesilmelidir. Küresel ısınmayı 1,5 derecenin altında tutmak için tüm önlemler alınmalıdır. CO2 ve enerji vergisi gibi uygulamalarla faturanın halka kesilmesine neden olan girişimlerden vazgeçilmelidir. Enerji tekelleri kamulaştırılmalı, yenilenebilir enerjiye yönelik teşvikler arttırılmalıdır! Toplu taşımacılık yaygınlaştırılmalı ve bir kamu hizmeti olarak parasız olmalıdır! Çevrenin tahrip edilmesi, maden ve tarım için ormanların kesilmesi, denizlerin kirletilmesi yasaklanmalıdır!
Faşist parti ve örgütler kapatılsın, ırkçı propagandalar yasaklansın!
Son yıllarda bir yandan ırkçı örgüt ve partiler güç toplarken, diğer yandan devletin değişik kurumları içerisinde kümelenmiş faşist grupların açığa çıkması ve faşist örgütlerin saldırıları da yoğunlaştı. NSU cinayetleri aydınlatılmadan, Halle ve Hanau katliamı gibi katliamlar yaşandı. Ordu ve polis içerisinde örgütlü faşist gruplar, politikacıları, insan hakları savunucularını, faşizme karşı mücadele edenleri açıktan tehdit etmeye başladı. AfD gibi ırkçı partilerin yanında, bazı hükümet temsilcileri de sistematik bir şekilde ırkçılığı körüklemekte; toplumda yaşanan sosyal sorunların nedenlerinin üstü kapatılarak, göçmenler hedef olarak gösterilmektedir. Irkçılar ve faşistler esas olarak toplumu bölmeye, emekçilerin ortak mücadelesini zayıflatmaya çalışmaktadır.
Emekçilerin birliği ve ortak yaşamı için, tüm faşist örgütler yasaklanmalı ve mallarına kamu yararına el konulmalıdır! Irkçı-faşist propagandalar cezalandırılmalı ve yasaklanmalıdır! Irkçı, faşist, ayrımcı uygulamaları körükleyen polis ve gösteri yasaları iptal edilmelidir! Devlet kurumları içinde varlığı tespit edilen ırkçı-faşist oluşumlar derhal dağıtılmalı, ırkçılar derhal işten atılıp yargılanmalıdır! Özellikle devlet kurumlarındaki görevlilerin ırkçılık ve ayrımcılık yapıp yapmadıklarını tespit etmek üzere bağımsız kurumlar oluşturulmalı ve ayrımcılığa uğrayanların kolay bir şekilde şikayetçi olmaları için imkân sağlanmalıdır!
Silahlanmaya ve savaş hazırlıklarına hayır! Silah satışları yasaklansın!
Dünya genelinde silahlanmaya ayrılan bütçeler 10 sene öncesine göre yüzde 100 artarak, 1 trilyon 8 milyar dolara ulaştı. Almanya silahlanan ve dünyayı silahlandıran ülkelerin başında gelmekte. İki dünya savaşının sorumlusu olan Alman sermayesi yeniden dünya politikasında söz sahibi olmaya çalışıyor. Son dönemlerde sorumluluk adına, dünyanın değişik bölgelerine asker ve savaş araçları göndermeyi hızlandırdı. Dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan çatışmaların içinde Almanya da bir şekilde yer almakta. Bir yandan NATO’nun silahlanma bütçelerini artırma kararını uyguluyor ve saldırgan politikalarını destekliyor, diğer yandan da Avrupa ordusunu oluşturmaya çalışıyor. Anayasaya aykırı olmasına rağmen, çatışma bölgelerine silah satışlarına devam ederek, milyonlarca insanın yerinden olmasına, mülteci konumuna düşmesine neden olan ülkelerin başında geliyor. Mülteci konumuna düşen insanların Avrupa Birliği sınırlarına girmesini engellemek için de, Türkiye gibi ülkelerle mülteci anlaşmaları yaparak, Akdeniz’de binlerce insanın ölümüne göz yumarak suç işlemektedir. Savaş tehlikesini engellemek, ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların sayısını azaltmak, silahlanmaya ayrılan bütçelerin iptal edilmesiyle ve Almanya’nın silah satışlarını durdurmasıyla olanaklı olabilir.
Silahlanmaya değil, sosyal haklara bütçe! Silah satışları yasaklansın! Dış ülkelerdeki Alman askerleri geri gelsin! ABD üsleri kapatılsın! Atom silahları yok edilsin! İltica hakkı sınırsız uygulansın!
Göçmenlerin politik yaşama katılımının önündeki engeller kaldırılsın!
Almanya hukuksal olarak bir göç ülkesi olduğunu kabul etmesine rağmen, yıllardır bunun gereklerini yerine getirmemektedir. Hükümet partileri entegrasyonu teşvik edecek kararları alma ve hayata
geçirme yerine, halen ‘entegrasyon iflas etti’, sorunların anası göçmenliktir’ gibi ırkçı söylemlerle emekçilerin ortak yaşamının ilerlemesini engellemektedir. Bugün entegrasyonun önündeki en önemli engel, hükümetin uygulamış olduğu kurumsal ırkçı ve ayrımcı politikalardır. Koşullar zor olmasına rağmen, değişik uluslardan emekçiler ortak yaşam konusunda önemli adımlar atmıştır.
Almanya’da yaşayan değişik renklerden ve inançlardan insanların entegrasyonun ilerlemesi için, göçmenlerin politik yaşama katılmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Yaşam merkezi Almanya olan herkesin vatandaş olabilmesi sağlanmalı, hukuksal ve sosyal ayrımcılığı yaratan yasalar kaldırılmalı, göçmenlerin toplumsal yaşama katılımını engelleyen ırkçı uygulamalara son verilmelidir! Alman vatandaşı olamayan göçmenlerin her alanda politik yaşama katılım olanakları güçlendirilmeli, seçme – seçilme ve referandumlara katılma hakkı tanınmalıdır!
Seçim Broşürünü indirmek için: