26 Eylül’de yapılan genel seçimlerden sonra SPD, Yeşiller ve FDP arasında üzerinde anlaşmaya varılan “Hükümet Sözleşmesi’nde (Koalitionsvertrag) göç, göçmenler, uyum ve sığınmacılar konusunda bugüne kadar izlenen politikalarda bazı “yenilikler”in yapılacağı vaat ediliyor. Sözleşmede yer alanların ne kadarının dört yıllık hükümet döneminde hayata geçirileceğinden bağımsız olarak, yıllardır kangrenleşmiş bazı sorunlara değinilmesi ve değişikliklerin yapılacağının ileri sürülmesi önemli.
Anlaşmanın 137. sayfasında ise daha iddialı cümleler kuruluyor: “Modern bir göç ülkesi olmanın hakkını vermek için göç ve entegrasyon politikasında yeni bir başlangıç yapmak istiyoruz. Bunun için bir paradigma değişimi olmalı: Aktif ve düzenli bir politikayla göçü uzun vadeli ve gerçekçi olarak düzenlemek istiyoruz. Düzensiz göçü (kaçak yollarla gelenler kast ediliyor) azaltıp, düzenli göçü mümkün hale getirmek istiyoruz.”
“Hükümet Sözleşmesi’nde bu alanda atılacak bazı adımlar olumlu olmakla birlikte, anlaşmadaki göç, entegrasyon ve sığınma konularında sıralanan vaatler ve yapılacaklar, esas olarak Alman sermayesinin kalifiye işgücü ihtiyacının daha iyi nasıl karşılanabilmesi yaklaşımı üzerinden şekillenmiş. Bugüne kadar Almanya’nın göç politikaları da esasında, ucuz işgücü ihtiyacı üzerinden şekillenmiş ve bu nedenle köklü çözümlerin üretilmesine yetmemiştir. Dolayısıyla yerli ve göçmen ayrımı farklı biçimler alsa da, ayrımcılık sürekli yeniden üretilerek, birlikte yaşamın koşulları istenilen düzeye gelememiştir.
Taslakta Almanya’nın ihtiyaç duyduğu işgücü ihtiyacını karşılamak üzere ülke içinde var olan göçmenlerin verimli bir şekilde kullanılması öngörülürken, dışarıdan gelecek göçte de asıl olarak sermayenin ihtiyacı gözetilecek. Dünyanın değişik ülkelerinden kalifiye olanlara, kendileri iş bulma koşulu ile kapılar sonuna kadar açılacak. Diğer ülkelerin yetiştirmiş olduğu kalifiye işçiler, hiçbir maliyeti olmadan Alman işverenlerinin hizmetine sunulacak. Bu da doğal olarak, kalifiye işçilerin geldiği ülkelerin olanaklarını azaltacak, bu ülkelerin yoksullaşmasını, kamu hizmetlerinin daha da kötüleşmesini beraberinde getirecektir. Kısacası kalifiye işçi göçü göç veren ülkenin olanaklarının masrafsız sömürülmesidir.
Sığınmak üzere AB’nin sınırlarında bekleyenlere de bu gözle bakılıyor. Ülkeye gelip de iltica başvuruları kabul edilmeyenlerin sınırdışı edilip edilmeyeceği, onların kalifiye olup olmamasına, ya da Alman işverenlerinin ihtiyacına göre belirlenecek. Kalifiye olanların yurtdışı edilmesi engellenecek. Hükümet esas olarak bu ülkeye gelen veya gelecek insanların kalifiye olma, meslek edinme olanaklarını yaratmalıdır. Kalifiye eleman ihtiyacı olan Alman işverenler de bunun bedelini ödemelidir. Bunun için kapıların sadece kalifiye elemanlara açık olması kabul edilemez.
ÇİFTE VATANDAŞLIK
Hükümetin programında uzun yıllardır Almanya’da yaşayan göçmenlerin durumuna ilişkin bölüm, 116. sayfada “Çeşitlik/Vielfalt” başlığı altında “Herkesin eşit haklara sahip olmaya ve ayrımcılıktan korunmaya hakkı var. Biz çeşitliliği, hoşgörüyü ve demokratik sivil toplumu destekleyeceğiz” cümleleriyle başlıyor. Ardından “Göç, parçası olma ve vatandaşlık hakkı” alt başlığında Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’na atıfta bulunularak, “Göç geçmişte olduğu gibi bugün de ülkemizin tarihinin parçası. Göçmenler, onların çocukları ve torunları ülkemizin inşasını ve şekillenmesini birlikte gerçekleştirdiler. Bunun sembolü de 60. yılını kutladığımız Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’dır” deniliyor.
Daha önceki hükümetin İçişleri Bakanı tarafından göç ve göçmenlerin ülkedeki “bütün sorunların anası” olarak ifade ettiği yaklaşım yerine, göçmenlere değer verilen bir üslubun sözleşmede ağırlıkta olduğu söylenebilir. Bu temelde, uzun yıllardır bir tabu olarak görülen çifte vatandaşlığın normal bir durum haline getirileceği ve isteyenin birden fazla vatandaşlığı alabileceği vaat ediliyor. DİDF olarak uzun yıllardır vatandaşlığa geçişlerin kolaylaştırılmasını ve çifte vatandaşlık yerine, emekçilerin birliğinin güçlendirilmesinin önünde engel olarak kullanılan ulusal çitlerin kırılması için, yaşanılan ülkenin vatandaşlığının asıl belirleyici olması gerektiğini savunuyoruz. Özellikle, gelinen ülke ile güçlü ekonomik bağları olanlar, yaşlı kuşaktan nesiller için çifte vatandaşlık anlamlı ve değerli olabilir. Vatandaşlığa geçme konusunda kaygıları ve kuşkuları bulunan, dil öğrenme konusunda zorlukları olan kuşağın dikkate alınması olumlu olmakla birlikte, vatandaşlık konusunda dile getirilenler yeterli değildir.
VATANDAŞLIĞA GEÇİŞ TEŞVİK EDİLMELİ
Uzun yıllar 15 yıl olan vatandaşlığa geçiş süresi, SPD-Yeşiller koalisyonu döneminde 1 Ocak 2000’de birçok şarta bağlanarak 8 yıla düşürülmüştü. Şimdi ise bu sürenin 5 yıla düşürülmesi öngörülüyor. Sürenin düşürülmesi elbette önemli bir mesaj. Ancak vatandaşlığa geçişte aranan şartların başında yer alan “yeterli gelir”, ’yeterli konut’, “yeterli Almanca”, “Anayasaya liyakat” ve “vatandaşlık testi” gibi uygulamalar varlığını sürdürmeye devam edecek.
Şartların varlığı, sürenin düşürülmesi ile Alman vatandaşlığına geçişlerde büyük bir patlama yaratmayacak gibi görünüyor. Başta “yeterli gelir” ve ‘yeterli konut’ kriterleri olmak üzere, kriterler gözden geçirilmeli, modern bir göç ülkesi anlayışına uygun hale getirilmelidir. Binlerce göçmenin düşük ücretli işlerde çalışması, yeterli ve ödenebilir konut bulamaması kendi sorunu değil. Aksine hükümetlerin uyguladığı sosyal politikaların sonucudur. Düşük ücretli işlerde yaygın olarak göçmen gençlerin çalıştığı düşünüldüğünde, vatandaşlığa geçiş için gündeme getirilen sosyal kriterler kaldırılmalıdır. “Yeterli dil” kriterinin ise yaşlı nesiller için yumuşatılıyor olması doğru bir adım.
EVRENSEL HUKUK VE İNSAN HAKLARI BELİRLEYİCİ KRİTER OLMALI
Mevcut uygulamada var olan “Alman yaşam biçimine göre düzenleme” kriterinin ise somutlaştırılacağı ifade ediliyor. Belirtmek gerekiyor ki, bu tanımlama kendi başına anlamsız olduğu gibi, ırkçı çevrelerin bu sorunu suistimal etmesinin zemini oluşturulmakta. Yakın zamanlarda ‘öncü kültür / Leitkultur’ gibi tartışmalar biliniyor. Kültür veya yaşam biçiminin kişisel yönü olduğu gibi, bir üst yapı kurumu olarak kültür ait olduğu sınıfın özelliklerinden bağımsız değildir. Değişik uluslardan insanların yaşadığı Almanya’da, esas olan bir “Alman yaşam biçimi” değil, evrensel hukuk ve insan hakları değerleri belirleyici kriter olmalıdır.
ALMAN VATANDAŞI OLMAYANLARA SEÇME-SEÇİLME HAKKI YOK
Uzun yıllardır Almanya’da yaşayan, ancak Alman vatandaşı olmayan ya da olamayan göçmenlere yerel seçimlerde ve referandumlarda oy kullanma ise yeni hükümetin gündeminde bulunmuyor. Federasyonumuzun da aralarında olduğu pek çok kurum ve inisiyatif bu hakkın verilmesi için değişik zamanlarda kampanyalar düzenlemişti. Keza 1. Merkel Hükümetinin sözleşmesinde de bu vaat yer alıyordu. Ne var ki, aradan 16 yıl geçmesine rağmen bir adım atılmadı.
Yeni kurulan hükümetin sözleşmesinde de Alman vatandaşı olmayan göçmenlere yerel ve federal düzeyde seçme ve seçilme hakkının vaat edilmemesi aynı politikanın devam edeceği anlamına geliyor. Almanya’da 1992’den bu yana AB vatandaşları için geçerli olan yerel seçimlerde oy kullanma hakkı, AB dışından gelen vatandaşlar için geçerli değil.
Günümüzde 28 AB ülkesinden 15’inde AB dışından gelen “yabancılara” yerel düzeyde seçme ve seçilme hakkı tanındığı halde , bir göç ülkesi olduğunu ifade eden Almanya’da iş başına gelen “sol-liberal” koalisyonun bunu gündemine dahi almaması kabul edilemez. Hükümetin ‘modern bir göç ülkesi’ olma konusunda dile getirdikleri, göçmenlerin politik yaşama katılımı konusunda atacağı adımlarla da sınanacaktır.
Göçmenlerin bu ülkenin bir parçası, Almanya’nın da ‘modern bir göç ülkesi’ olmasının en temel kriterlerinden birisi, göçmenlerin politik yaşama katılımını her alanda teşvik etmekle olanaklı olabilir. Birlikte yaşamın ilerlemesi, aynı zamanda yaşanan sorunlara karşı ortak hareket etmek, sorumluluk almak ve çözüm üretmekle ilerleyebilir.
Bunun için hükümet Almanya’yı yaşam merkezi olarak gören ve oturum hakkı olan bütün “yabancılara” seçimlerde seçme ve seçilme hakkının tanınması doğrultusunda girişimde bulunmalıdır. Göçmenlerin referandumlara katılabilme hakkı, yasal olarak güvenceye alınmalıdır.
AİLE BİRLEŞİMİNDE OLUMLU ADIM
Evlilik yoluyla Almanya’ya gelecek olanlardan yeterli dil ve entegrasyon şartlarını Almanya’da yerine getirmeleri isteniyordu. Daha önce çıkarılan bir yasa ile eşlerin gelecekleri ülkelerde belli düzeyde Almanca öğrenmeleri zorunlu hale getirilmişti. Temel insan haklarına aykırı bu uygulamanın son bulması olumlu ve önemli. Zira her yıl onbinlerce yeni evli çift maddi ve manevi zorluklar çekerek gelebiliyordu.
AYRIMCILIK VE YABANCI DÜŞMANLIĞINA KARŞI KARARLI MÜCADELE
Sözleşmede ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele kapsamında olumlu mesajlar veriliyor. Bu kapsamda toplumsal açıdan birlikte duruş, demokrasinin desteklenmesi, aşırı sağla mücadele kapsamında yeni stratejilerin geliştirileceği vaat ediliyor. Antisemitizm, Roman, siyah, kadın, Müslüman, farklı cinsel yönelimlere sahiplere karşı düşmanlıklarla mücadele her açıdan büyük bir önem taşıyor. Bunların yanısıra devlet kurumlarında, güvenlik birimlerinde yapılan ayrımcılık ve ırkçılık da Almanya’nın en önemli sorunları arasında geliyor. Şimdi bu konuda bağımsız araştırmaların yapılacağı, federal ve eyaletler düzeyinde şikayetleri değerlendirecek bağımsız dairelerin kurulmasından söz ediliyor. Dile getirilen bu temennilerin hayata geçmesi, ırkçılığa karşı mücadelede atılan adımları güçlendirecektir. Ancak bu konuda NSU dosyalarının yeniden açılması, devlet kurumları içerisinde kümelenmiş ırkçı-çetelerin dağıtılması konusunda en önemli halkayı oluşturmaktadır. Yeni hükümet bunu gündemine almalıdır.
Kurumsal ırkçılık aynı zamanda sosyal bir sorunları daha da büyütmektedir. Irkçılığa karşı mücadelede başarılı olmak için, göçmenlerin konut, eğitim, işsizlik gibi sorunlarına da kalıcı çözümler üretilmelidir. Bunun için yerel yönetimler, hükümetler göçmenlerin yaşamın değişik alanlarında yaşadığı sorunlar konusunda daha somut çözüm üretmeli, değişik uluslardan emekçilerin kaynaşması, buluşması konusunda girişimlerde bulunmalıdır. Federasyonumuz her türlü ırkçı ve ayrımcı uygulamalara karşı antifaşist bilincin ve mücadelenin yayılmasına büyük önem veriyor. Bu nedenledir ki; yıllardır faşist örgütlerin ve ırkçı propagandanın yasaklanmasını, ırkçı saldırıların en ağır bir şekilde cezalandırılmasını ve ırkçı-faşist memurların derhal görevden alınmasını talep ediyor.
SIĞINMA POLİTİKASINDA PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ SÖZ KONUSU DEĞİL
Sözleşmenin “Entegrasyon, Göç, Mültecilik” bölümünde, uzun yıllardır Almanya’da geçici oturumlarla kalmak zorunda kalan mültecilere, iş piyasasının ihtiyacına bağlı olarak, belli kriterler çerçevesinde oturum hakkı verilecek. Yıllardır mültecilere uygulanan çalışma yasağının, ucuz işgücü ihtiyacına bağlı olarak kaldırılması, mültecilerin yaşadığı insani olmayan koşullar karşısında olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.
Sığınma politikasında insancıl söylemler öne çıkarılmakla birlikte, sığınmanın nedenlerinin ortadan kaldırılmasından söz edilmiyor. Silah satışları devam ettikçe, emperyalist paylaşım amacıyla savaşlar, ekonomi ve iklim politikalarından vazgeçilmedikçe sığınmanın ortadan kaldırılamayacağı açıktır. Bu nedenle sığınma ve mültecilik sorunu sadece Almanya’ya gelenlerle sınırlı değildir, olmamalı. Bu nedenle Almanya’nın, dünya genelinde sığınma ve göç sorunun önüne geçilmesi için sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Hiç kimsenin yaşadığı koşullar nedeniyle yerini-yurdunu terk etmek zorunda kalmadığı bir dünyada ancak zorunlu göçler engellenebilir. Bunun için silah satışlarından, savaş politikalarından vazgeçilmelidir. İltica etmek isteyen herkese bu olanak tanınmalı, Avrupa Birliği sınırları kapatılarak insanların Akdeniz’de yaşamlarını yitirmelerine yol açan politikalara son verilmelidir. AB dışında kalan ülkelerin güvenli ülke ilan edilerek, AB sınırlarının mültecilere kapatılma politikalarından vazgeçilmelidir. Kalifiye olan mültecileri ‘iyi’, olmayanları ‘kötü’ olarak değerlendiren insanlık dışı politikadan vazgeçilmelidir.
Taleplerimiz:
- ‘Modern bir göç ülkesi olmanın’ gereği olarak her türden ayrımcılık yasaklanmalı, her alanda yerli göçmen ayrımı kaldırılarak eşit haklar sağlanmalıdır!
-
Alman vatandaşlığına geçiş süresinin düşürülmesi olumlu, ancak vatandaşlığa geçiş için var olan engeller de kaldırılmalıdır!
-
Alman vatandaşlığına geçişte “Alman yaşam biçimi” tanımlaması yerine evrensel hukuk ve insan hakları değerleri belirleyici kriter olmalıdır!
-
Almanya’yı yaşam merkezi olarak gören ve oturum hakkına sahip bütün “yabancılara” seçme-seçilme ve referandumlarda oy kullanma hakkı verilmeli!
-
Her alanda kurumsal ırkçılıkla ciddi bir mücadele yürütülmeli, bunu yapan memurlar görevden alınmalıdır!
-
İltica hakkı Anayasa ile güvence altına alınmış temel bir haktır. Bu nedenle iltica etmek isteyenlere kayıtsız şartsız bu hak tanınmalıdır!
-
Sığınmacılarla değil, sığımanın nedenleriyle mücadele edilmeli, yurtdışına silah satışı derhal durdurulmalıdır.
-
Mülteciler arasında kalifiye olan olmayan ayrımına son verilmeli, dil öğrenme, insanca barınma ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.
Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF)