Demokratik ve barışçı çözümü destekleyelim Türkiyeyi yönetenler barış ve halkların kardeşliği çağrılarına savaş ve askeri harekatla cevap vererek bir kez daha Kürt ve Türk halkını acıya boğdu. Son 24 yıl içinde 25. kez düzenlediği “sınır ötesi harekat”la güya “Kürt sorununu çözmeye” çalışan bu güçler geride kan ve gözyaşından, halklar arasına düşmanlık tohumları ekmekten başka bir şey bırakmadılar. Türk Genelkurmayı harekatın sona erdiğini ve birliklerin çekileceğini açıkladı. ABD’nin izni ve desteğini alarak başladıkları operasyon yine onların talep ve emirleri doğrultusunda güya “başarıyla” bitirildi. Ama başarılan neydi: Onlarca genç insanın kurşun ve soğuktan donmuş bedenleri mi; Türkiyenin dört bir yanında evlatlarının kardeşlerinin cansız bedenlerine sarılarak ağlayan analar babalar kardeşler mi? Akan kan ve gözyaşını arttırmaktan başka Türk ve Kürt halkının hangi derdine derman olmuştur bu “başarı”. Kürt sorununu, Kürt halkının inkarı ve imhası yoluyla çözmeyi politika haline getirenlerin tek bir başarısından söz edilebilir o da Türkü Kürdüyle tüm halkı daha fazla acı ve karanlığa itmiş olmalarıdır. Diyelim ki, bu askeri harekat PKK güçlerine iddia edilenden de fazla zayiat verdi; bununla hangi sorun çözülmüş olacaktı? İçerde” nüfusu 15 milyonu bulan, yok sayılmayı artık kabullenmek istemeyen; eşit ve özgür temelde kardeşleşmek isteyen bir halk-Kürt halkı var. Bu halkı “etkisiz hale getirmek” için ne yapılacak? Milyonların barış talebini, demokratik-siyasal çözüm talebini “etkisiz kılacak” bir silah var mı? On yıllardır izlenegelen Kürt sorununu inkar politikasında ve askeri yöntemlerde ısrar etmenin, baskı-zor-şiddet ve ‘linç’ politikasını tırmandırmanın bir çözüm olmadığını-olamayacağını bizzat hayatın ve gelişmelerin kendisi göstermiyor mu? İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası mali sermaye kuruluşlarının bir dediğini iki etmeyenler; halkın ve ülkenin birikmiş zenginliklerini- topraklarını gözü dönmüş biçimde haraç-mezat satanlar; Türkiye’nin, Irak’ı adeta “mezbahaya” çevirmiş olan ve başta İran olmak üzere tüm bölge halklarını tehdit eden Amerikan’ın üssü olmasından “ulusal onuru” hiç incinmeyenler; koro halinde ve yüksek sesle “gün milli birlik, beraberlik günüdür” çağrıları yapıyorlar! Emperyalistler önünde diz çöküp, halklar arasına kin ve düşmanlık tohumları ekmeyi başlıca “yönetme yöntemi” olarak seçmiş olanlar, “milli birlik” çağrıları eşliğinde kan ve gözyaşı tüccarlığı yapıyorlar. Acı üzerinden ‘reyting’ yarışına girmiş tekelci medya, ekranları ve sayfaları ile sahte bir milliyetçilik ve kışkırtıcılık yapıyor. İki halkın ve Türkiye’nin çıkarına olan ve acil ihtiyacı duyulan, savaşın ve şiddetin tırmandırılması değil, Kürt sorununun çözümü açısından gerekli barışın ve demokratik bir ortamın oluşmasıdır. İşçi, emekçi ve genç kardeşler; Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki biz Türkiye kökenli göçmenlerden de bu kirli politikaya destek vermemiz isteniyor. Türkiye’de kan ve Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen kampanyanın buralara da taşınması; işyerinde-okulda-semtte yan yana duran, sorunları ve talepleri ortak olan Türk ve Kürt kökenli emekçiler ve gençler arasına nifak tohumları ekmek üzere, “milliyetçi güçler” yeniden “iş başı” yapmış durumdalar. Bu milliyetçi kışkırtmalara pirim vermemeliyiz. Göçmenler olarak, dışlanmanın, yabancı-düşmanlığının, milliyetçi ve ırkçı kışkırtmaların ne demek olduğunu yakından bilenler ve yaşayanlarız. Bizler nasıl ki, Alman gerici, milliyetçi ve ırkçı çevrelerin yabancı düşmanı ve ırkçı politika ve kışkırtmalarına tepki duyuyor ve karşı çıkıyorsak; aynı şekilde, Kürt düşmanlığı üzerinden yürütülen milliyetçi kışkırtmalara da karşı durmalıyız. Tayip Erdogan’nın Almanya ziyareti esnasında, Avrupa’daki tüm Türkiye kökenlilere “Türkiye’nin elçileri olma” rolünü biçtiğini biliyoruz. Yine, Erdogan’ın sözde burdaki dışlanma politikalarına karşı çıkma adına, “asimilasyonun insanlık dışı” bir olay olduğu, Almanya’da “Türk okulları” açılması gerektiği üzerine sözleri de hatırlarda. Doğruluğu-yanlışlığı bir yana. Ancak, burada “Türk okulları açılsın” diyenlerin, 15 milyon Kürdün yaşadığı bir ülkede, “ana dilde eğitim” gibi en sıradan demokratik bir talep için imza toplayan gençlerin dahi “bölücü” olarak damgalanıp-cezalandırılması politikasının bizzat sorumluluğunu taşıyor olmaları, ne ile açıklanabilir? Bizler, burada “asimilasyon insanlık suçudur” diyenlere, “neden Kürtlerin ve Kürt sorununun varlığını inkar edip, zorla asimilasyonda ısrar ederek ‘insanlık suçu’ işlemeye devam ediyorsunuz” diye sormamız gerekmez mi? Bizler, emekçiler ve gençler olarak, egemenlerin değil, kendi çıkar ve taleplerimizin “elçileri” olmalıyız. Milliyetçiliğe değil, kardeşliğe elimizi uzatmalıyız! DİDF olarak; tüm işçi, emekçi ve gençleri, barış yanlısı güçleri, halkların düşmanlaştırılması politikasına karşı durmaya, sesimizi, Türkiye’de demokrasi için, Kürt sorununun barışçıl, demokratik-siyasal çözümü için’ sesini yükseltenlere katmaya, çağırıyoruz!