Almanya’da son federal ve yerel seçimleri yakından izleyen herkesin hemfikir olduğu noktalardan birisi, Türkiye kökenli göçmenler içerisinde seçimlere olan ilginin gün geçtikçe artmasıdır. Burada yaşama eğiliminin gün geçtikçe güçlenmesi, vatandaşlığa geçenlerin sayısının, dolayısıyla seçmen olan Türkiye kökenli göçmenlerin artması bir yandan seçime katılan partilerin Türkiye kökenli seçmenlere olan ilgisini, diğer yandan da Türkiyeli göçmenler tarafından oluşturulan örgütlerin seçimlere yönelik ilgisini artırmış görünüyor.
Türkiye kökenli göçmenler içerisinde seçimlere yönelik ilginin artması, bu ülkede yaşamaya karar vermiş insanlar açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Hayatın içinden bir çok veri yan yana konduğunda, Türkiyeli emekçiler içerisinde yerli emekçilerle ortak yaşama, ortak sorunlar için birlikte çözüm arama ve birlikte hareket etme fikrinin gün geçtikçe gelişmekte olduğu görülüyor. Ancak gelişen bu süreç bazı kurum ve kuruluşlar tarafından bozuşturulmaya ve yavaşlatılmaya çalışılmakta. Bilindiği gibi Almanya’da yaşayan değişik uluslardan ve inançlardan emekçilerin birleşmesi ve ortak hareket etmesi, bir yandan Alman devletinin ayrımcı yasaları ve uygulamalarıyla, diğer yandan da etnik ve dini temelde örgütlenen Türkiyeli kurum ve kuruluşların politikalarıyla engellenmeye çalışılıyor. Sözde Türkiye kökenlilerin çıkarlarını savunma adına sürekli ayrılığı körüklüyorlar.
Bu kurumlar son dönemde yapılan yerel ve genel seçimlerde de, bu ayrımcı anlayış ve yaklaşımlarını ortaya koydular.
Göçmen olarak yaşanılan sorunlar ve maruz kalınan dışlanma da kullanılarak, Türkiye kökenli emekçiler yanıltılmaya çalışılıyor. Her şeyden önce ‘hepimiz Türk’üz, hepimiz Müslüman’ız vb.” anlayışı ve propagandası üzerinden toplumdaki sınıf farklılıklarının üzeri örtüleniyor.
Alman devletinin 2001’den bu yana bütün göçmenleri ‘Müslüman’ kimliği altında toplamaya çalıştığı gibi, bu kurumlar da seçimlere ilişkin politikalarını belirlerken, kimisi ortak paydanın Türk, kimisi de Müslüman vb. olduğundan hareket ettiler.
Bu yaklaşım, Türkiyeliler içerisindeki sınıf farklılıklarının üzerini örtmek; işçi ve emekçilerin etnik veya dini kökenden bağımsız sahip olduğu sorunların, ihtiyaçların ve taleplerin bir kenara atılması anlamına gelmektedir.
Aynı işyerini aynı hayatı ve aynı ülkeyi paylaştıkları Alman ya da başka uluslardan işçi ve emekçilerle ayrışmayı körüklemek; Türkiye kökenlileri şu ya da bu mezhep, şu ya da bu etnik köken çerçevesinde yalnızlaştırmak demektir.
Bu anlayış Almanya’da bütün etnik ve dini temelde örgütlenen kurum ve kuruluşlarda hakim. Seçimlerde görüldüğü gibi, değişense, her kurumun kendi özgün konumuna bağlı olarak, “Türkleri”, “Müslümanları” “ya da “inananları” seçin demesi oldu.
Bu politika en net biçimiyle Almanya Türk Toplumu’nun (ATT) seçimlere yönelik açıklamasında kendini gösterdi. ATT bu seçimlerde; partileri değil, Cem Özdemir (Yeşiller), Lale Akgün (SPD), Sevim Dağdelen (Die Linke), Serkan Tören (FDP) gibi Türkiye kökenli adayları desteklediğini açıkladı.
Yukarda adı geçen adaylar iyi insan olabilirler, ancak bu insanların hepsi de aynı zamanda bir partiye mensuplar. Seçildiklerinde ait oldukları partinin programını hayata geçirmek için aday oldular. Adayların adları kulaklarda ortak çağrışımlar yapsa da, aday oldukları partiler arasında az ya da çok farklılıklar var. Örneğin FDP’li aday ATT’nin kendi sitesinde yapmış olduğu tanıtımda, “Yerel seçim hakkı isteyen herkes Alman vatandaşlığına geçsin, sorun çözülür” çağrısı yaparken, diğer adaylar en azından Alman vatandaşı olmayan göçmenlere programlarında yerel seçim hakkının tanınmasını istediler. Ya da örneğin Yeşiller ve SPD, Hartz IV gibi yoksulluk yasaları “devam etsin” derken “Die Linke”, “Hartz IV kaldırılsın” demekte.
Bu ne lahana turşusu!
ATT, seçimlere yönelik başka bir basın açıklamasında, seçim kampanyasının etnik sorunlar üzerinden yapılmaması çağrısı yaptı. Adama sormazlar mı, “bu ne lahana turşusu, bu ne perhiz” diye. Ne savunduklarına bakmadan, ait oldukları parti programlarını dikkate almadan, sadece Türkiye kökenli oldukları için birilerine ‘oy verin’ çağrısı etnik politika yapmak değil midir? Bu tür girişimler ve açıklamalar, toplumda ortak talepleri için bir araya gelecek değişik inançlardan ve uluslardan insanları bölmeye hizmet etmez mi? Ve bu politika, Türkiye kökenli göçmenlerin hangi derdine çare olabilir?
Seçimlerin kaderini biz mi belirliyoruz?
Bu anlayıştaki kuruluşlar ve medya organları, her seçim döneminde olduğu gibi bu sefer de şu propagandayı yürüttüler: Türkiye kökenli seçmen seçimin kaderini değiştirecek bir güçtür!
2002 Seçimleri’nde Gerhard Schröder’in seçimleri kıl payı kazanması örnek gösterilerek, hani neredeyse işi, “Biz kimi istersek, hükümeti o parti kurar” demeye vardırıyorlar.
Bu yaygaranın asıl nedeni, bir yandan Türkiyeliler içerisinde sınıf farklılıklarını gizlemekken, diğer yandan da insanları değişik partilere karşı pazarlık gücü olarak değerlendirme arzusudur. Türkiyelilerin bir bütün olmadığı bilinmesine rağmen, her ağzını açan “700 bin oy”dan bahsetmekte. Hatta Milli Görüş gibi dini kuruluşlar, kimliğinde Müslüman yazan herkesin oylarını kendi mülkü sayarak, “1.1 milyon oya rağmen istediğimiz yerde değiliz” diye hayıflanıyor.
Federal Seçim Kurulu tarafından yapılan açıklamaya göre, 2009 seçimlerinde 327 bin Türkiye kökenli oy kullanma hakkına sahipti. Bu sayının düşük olmasında Alman devletinin göçmenlere karşı uyguladığı anti-demokratik yasaların da önemli rolü bulunmaktadır. Yukarda belirtildiği gibi, vatandaşlığa geçenlerin sayısının artması, seçmen sayılarının artması kesinlikle teşvik edilmeli ve isteyen herkesin vatandaşlığa geçebilmesinin şartları yaratılmalıdır.Ancak sayıları abartarak ne seçmen sayısı artar, ne de sorunların çözümüne katkı sunulur.
Bu siyaset kime zarar verir?
Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanların ezici çoğunluğu, işçi ve emekçilerden oluşmaktadır. Ve en önemli sorunları da, işsizlik, yoksulluk, çocuklarının eğitimi, ırkçılık gibi konulardır.
Çok küçük bir kesimse işveren ve zengindir. Genel toplumda olduğu gibi, Türkiyelilerin kendi arasında da bu sosyal ayrım, inkar edilemeyecek bir gerçekliktir. Bu sosyal farklar nedeniyle, Türkiye kökenlilerin gündelik hayatları, ihtiyaçları, özlemleri ve çıkarları da farklılaşmış durumdadır.
Türk kökenli, Kürt kökenli Alevi ya da Sünni bir işverenle, Türkiye kökenli bir işçinin çıkarları aynı değildir. Örneğin ücretlerin yükseltilmesi, asgari ücretin yasallaşması, işçi vergilerinin düşürülmesi, Türkiyelilerin ezici çoğunluğunun yaşam koşullarını kolaylaştıracakken, kökeni ya da inancı ne olursa olsun işverenlerin durumunu zorlaştıracaktır.
Şurası açık ki, etnik temelde sürdürülen politikalardan zarar göreceklerin başında Türkiye kökenli göçmenler gelmektedir.
Hangi niyetle olursa olsun, etnik ve dini kimlikler etrafında birlik çağrıları yapanların amacı, emekçiler üzerindeki sömürüyü arttırmak, onlar arasındaki bölünmüşlüğü arttırmaktır. Bu temeldeki çabalar Türkiye kökenlilerin göçmen olmaktan kaynaklanan sorunlarını da azaltmamakta, tersine sorunlarını arttırmaktadır.
Değişik uluslardan ve inançlardan emekçiler arasında birlik ve ortak mücadele fikrinin gelişmeye başladığı bu dönemde, emekçileri dini ve etnik duvarlar içine hapsetmeye çalışan akımlara karşı mücadele ise en başta Türkiye kökenli emekçiler için bir kazanç olacaktır.
KUTU
ÖRGÜTLER NE DEMİŞTİ?
Almanya Türk Toplumu (ATT): “TGD olarak bu seçimlerde açıkça hiçbir partiyi doğrudan desteklemiyoruz. Ancak değişik seçim bölgelerinden doğrudan aday olan Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir, Sosyal Demokrat Partili (SPD) milletvekili adayı Lale Akgün, Sol Partili milletvekili adayı Sevim Dağdelen ve Hür Demokrat Partili (FDP) milletvekili adayı Serkan Tören’i açıkca destekliyoruz. Vatandaşlar oy kullanırken partilerin uyum ve göç, Türkiye’nin AB üyeliği, istihdam ve mesleki eğitim konularında neler düşündüğüne, bunları hayata geçirip geçiremeyeceğine dikkat etmelerini öneriyoruz.
(Seçim öncesi yapılan basın toplantısından)
İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG): Bir dini cemaat olarak her hangi bir partiye oy verilmesi için tavsiyede bulunmuyoruz. Daha ziyade Müslümanların seçimlere katılarak, böylece oy vermenin ötesinde siyasete ilgi göstermelerini istiyoruz. Şimdiye kadar siyasi partilerde aktif olan Müslümanların sayısı, toplumdaki nüfuslarına oranla oldukça düşük. Bu durum böyle kaldığı müddetçe, partilerin, özellikle Müslümanları ilgilendiren konulara ilgi göstermeleri hep sınırlı kalacaktır.
Partilere gelince. Dikkat edeceğimiz nokta, programlarında Müslümanlarla ilgili nasıl bir yaklaşım ortaya koyuyorlar, entegrasyon kavramından ne anlıyorlar, uygulamadaki politikaları nasıl ve özellikle son yıllarda bunların ne kadarını gerçekleştirmişler, ona bakacağız.
(Perspektif dergisinde Oğuz Üçüncü tarafından kaleme alınan makaleden)
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) : Genel seçimlere katılmak sadece önemli değil aynı zamanda görevdir. DİTİB, Almanya’da oy hakkına sahip olan herkesi kendisine yakın gördüğü partiye ve adaya oy vermeye çağırıyor.
(Genel Başkan Sadi Arslan tarafından yapılan yazılı açıklama)
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF): Aleviler olarak seçim tercihimizi köken değil, içerik(yani savunulan politikalar) temelinde yapacağız. İçeriğe bakmaksızın, “Sağ ya da Sol fark etmez, önemli olan bir Türk ismini seçelim” doğrultusundaki görüş, politik olgunluktan yoksun, önemli bir yanlıştır. Kendilerini Almanya’nın doğal bir parçası gören Aleviler olarak, yeni vatanımızı birlikte şekillendirme ve bazı şeyleri değiştirmeyi de doğal bir hakkımız olarak algılıyoruz. Bu nedenledir ki birçok Alevi, Alman Vatandaşlığını bilerek tercih etmiştir. Sloganımız: “Almanya’yı birlikte şekillendirmek için Sandık Başına” dır.
(Yazılı basın açıklamasından)
Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF):
Etnik köken değil savunulan politika önemli
Adayların dini ve etnik kimliklerine dayanarak oy istemek emekçileri bölmek demektir. Geride bıraktığımız dönemde göçmenlere yerel seçim hakkını bile çok gören, göçmenler lehine parlamentoya gelen yasa önerilerine karşı çıkan, NPD gibi faşist partilerin yasaklanmasına karşı çıkan SPD ve CDU gibi partilere neden oy verilsin? Bu adaylara oy isteneceğine, bunların ayrımcılığı ve yoksulluğu derinleştiren bu partilerde ne aradıkları sorgulanmalıdır. Bugün Almanya’da bütün emekçiler gibi Türkiye kökenli emekçilerin de temel sorunları işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık, çocuğunun eğitimi ve geleceği gibi sorunlardır. Oylar bu sorunlara gerçekten cevap arayan, bu talepler için mücadele eden partilere verilmelidir! Bunun için bugün emekçilerin birliğinden ve daha iyi koşullarda yaşamasından yana olan Sol Parti’yi (Die Linke) (SOL Parti) desteklemeye çağırıyoruz“
(Yazılı açıklamadan)