Son haftalarda Alman ve Türk basınında yer alan haberlere göre, Almanya adeta “Türk İstihbaratı”nın cirit attığı bir ülke haline gelmiş durumda. Önce imamların ajanlık yaptığı, Ankara’ya kişiler ve kurumlarla ilgili rapor hazırlayıp ilettiği ortaya çıktı, sonra Hamburg’da bir istihbarat elemanı tutuklandı.
Özellikle “En büyük sivil göçmen örgütü” olmakla övünen DİTİB’de görev yapan imamlara, Ankara’dan ajanlık görevinin verilmesi hukuksal açıdan tam anlamıyla bir skandaldır, geniş kesimlerin dini inancını istismar etmektir.
Hem Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilen genelgeye hem de basında yer alan bazı imamlara ait raporlara bakıldığında, DİTİB üzerinden Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler arasında büyük bir gerilimin, kışkırtmanın yaratıldığı anlaşılıyor.
İnanan her yurttaşın gidip ibadetini yapabilmesi gereken camiler gelinen aşamada sadece hükümet partisinin güdümünde ve onun propagandasının yapıldığı alanlar haline getirilmiştir.
Gelişmeler DİTİB’in, vatandaşın dini inancıyla ilgilenen bir “sivil toplum örgütü” olmaktan öte, hükümetin talimatı ve yönlendirmesiyle çalışan politik ve polisiye bir organizasyon olduğu yönündeki eleştiri ve itirazı haklı çıkarmaktadır.
Gelinen aşamada DİTİB artık bir karar vermelidir: Vatandaşların dini inançlarına yönelik hizmetler sunan bir kurum mu olacaktır, yoksa, hükümet veya bir siyasi partinin denetimi ve yönlendirmesiyle işleyen siyasi bir organizasyon mu? Ekonomik ve idari bakımdan Ankara’ya mı bağlı olacaktır, yoksa her bakımdan Almanya’da yaşayan ve bu kuruma üye olan vatandaşlar tarafından mı yönetilecektir.
Türkiye kökenli göçmenlerin, hükümet veya bir siyasi parti tarafından yönetilen, dini inanç ve hizmetle ilgisi olmayan siyasi konulara el atan bir örgüte ihtiyacı yoktur.
Eğer DİTİB gerçek anlamda bir sivil toplum örgütü ve inanç kurumu olmak istiyorsa, geçmişiyle ve bugünüyle açık şekilde hesaplaşmalı, Diyanet’in uzantısı ve hükümet partisinin şubesi olmaktan vazgeçmelidir.
Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin, karşı karşıya olduğu ekonomik-sosyal sorunlarla, göçmenlikten kaynaklanan özgün problemleriyle ilgileri olmayan örgütlere ihtiyacı yoktur. Hele hele imamlıktan çok ajanlık yapan imamlara ihtiyacı hiç yoktur. Din görevlisi olan imamların istihbarat elemanı olarak vatandaşları fişlenmesi asla kabul edilemez. İmamların işi bugün bir siyasi partinin talimatları doğrultusunda yarın da başka bir parti veya cemaatin denetiminde fişleme ve ajanlık yapmak değil, dini hizmet olmalıdır. DİTİB bu sözde “din görevlileriyle” hemen yollarını ayırmak zorundadır.
DİTİB yönetiminin dini inançlarla ilgisi olmayan konularda vatandaşları politik olarak etkilemeye çalışmak istemesi, hem Türkiyeli emekçileri kendi içinde kutuplaştırmaya, germeye hem de Alman toplumuyla ilişkilerine zarar vermeye yol açmaktadır. Bu tutum aynı zamanda genel olarak İslam toplumunu düşman olarak göstermeye çalışan ırkçı örgütlerin de ekmeğine yağ sürmektedir.
Bütün bunlardan dolayı, DİTİB’in vatandaşları bölen, kutuplaştıran, fişleyen bu faaliyetlerinin ve bir siyasi partinin şubesi gibi çalıştırılmasının en çok da vatandaşlara zarar verdiğini düşünüyor, bir inanç kurumu olarak ve vatandaşların inisiyatifine dayanan örgüt olarak faaliyet yürütmesini bekliyoruz.
DİDF YÖNETİM KURULU
20.12.2016